20 Temmuz 2011 Çarşamba

kırıldım sana "aşk"...

''Sana bir şarkı daha yapacağım
Adı unuttum seni olacak
Belki de kimseleri aramıyorum
Tanrım bu yaraları kim saracak”

Sonu gelmeyen bir masala beraber koyduk son noktayı. Teker teker kapattık mutlu günlerin sayfalarını… Sevgilerimizi kalbimize, kalbimizi içimize gömdük. Kalbimizin ne dediği kimin umurundaydı… Böyle olması gerekiyordu başkalarına göre. Böylesi bizim için en iyisiydi. Biz neden bunun farkında değildik. Eğer iyi olan buysa neden felç olmuştu sol yanımız? Gözlerim neden uykuya hasret kalmıştı? Ben neden yeniden sigaraya başlamıştım? Sen neden gülmüyordun eskisi gibi gözlerinle? Son sözümüzdü ; “BİTMEYECEK” demiştik… Ve bitmedi işte…

“Karşımda resmin duruyor
Günlerim sensiz geçiyor
Bir ömür böyle nasıl sürecek
Dayanamıyorum
Zaman nasıl hızlı geçiyor
Gözlerim dolu dolu oluyor
Saatlerce seni izlemeye doyamıyorum”

En yakınımdaki insan el olmuştun şimdi. Evde seni başkası bekliyordu. Yatağında bir başkası yatıyordu. Sana akşam yemeklerini O hazırlıyordu. “Canım” diyordu bekli de sana. Cuma akşamları Taksim’ de onunla geziyordun. Ve belki de sen ona “sevgilim” diyordun…

Bu masal da fazla sürmedi. Sen başrol oynayamayacak kadar beceriksiz birisin kabul et bunu. İşte bitiyor hayatında kim bilir kaçıncı hikâye. Yine başaramadın… “Bitiyor” dedin. “Bitkisel hayatımızdan o cıvıltılı günlerimize geri dönelim.” Hiçbir şey eskisi gibi değildi. Ben bile… Ve hiçbir şey eskisi gibi olamazdı zaten…

Geri geldin. Seni deli gibi özlerken yoktun. Yalnız ağladım geceleri. Yağmurda yalnız ıslandım. Tek başıma yaşadım seni. Taksim’de yalnız gezdim. Üşüdüm yazın ortasında. Sol tarafımda hep bir sızı taşıdım en içten kahkahamı attığımda. Ama seviyorum işte… Yapabileceğim bir şey yok… Bende özledim seni eski günleri… Ama dedim ya hiçbir şey eskisi gibi değil ve olamaz… Kalbim sen diye bağırsa da mantığım buna el vermiyor… Affet…

“Şimdi kalbimi mi beynimi mi dinleyim
Anlamadım ki ben simdi neyleyim
Seni çıkarıp içimden atamıyorum
Hayır, hayır ama artik olmaz
Bundan böyle yerin dolmaz
Seni çaldığın kalbime gömüyorum”

Sensiz belki de hiç gülmeyeceğim hayatımda. Bir daha “sen” olmayacak dünyamda. Ben artık kendi şehrimde yaşıyorum kendi karanlık yalnızlığımda.

Hiç hazır değilim üstelik.
Gerçi zaman verseler bile ne denli hazırlayabilirim ki kendimi ölüme.
Her şey anlamsız geliyor artık hiçbir bebek sevimli gelmiyor mesela.
Sevgili ölüyorum… Hazır değilim üstelik… Zemheri bir ormanda kaybolmak gibi. Hiç insansız ve yeterince korkutucu. Neden korktuğumu bile bilmiyorum üstelik. Soluksuzca durmaksızın koşuyorum aynı doğrultuda bu puslu ormanda ve hep aynı boşluğa çıkıyorum. Ve hep ağlıyorum sonunda.
Biliyor musun artık dua etmiyorum Tanrıya olan inancım azalıyor her geçen gün.
Beni bu soğuk cihaza mahkûm edebilmek için başka bir hastaneye sevk edecekleri gün hani yanıma gelip saçlarıma dokunduğun gün. Gözlerime bakarak çok tatlı göründüğümü söylediğin sana bir şeyler söylemek için çırpındığım kendimi paraladığım ama sadece göz kapaklarımı yumabildiğim o gün ‘’sana inanmıştım’’ sevgili. Bu yanmış suratımı parçaladıktan sonra tellerle sardıkları vücudumu ambulansın içindeki aynada görene kadar yaşayabileceğime olan bir inanç taşıdım şuan cihaz sayesinde çalışan kalbimde. Bana neden yalan söyledin sevgili? Ölüme bu kadar yakınken en çok ihtiyacım olan şey gerçekliğindi insanların yalın dürüstlüğüydü. Şimdi bana sadece acıdığını düşünerek çürüyorum. Ölmek benimle ilgili aldığın kararları yüreğinle değil vicdanınla aldığını bilmekten çok daha güzel Artık benim için.
Şimdi valizsiz çıkacağım bu yolculuğun sabahındayım. Bir kız evladına sahip olmanın mutluluğunu düşünüyorum bu son sabah. Baba olamayacağımı biliyorum.
Duyacağım son ses şu tepemdeki siyah kutudan gelecek telefondaki çevir sesine benzeyen benim aranızdan ayrıldığımı ifade eden kalp atmayış sesi yerine Eylül Başak’ın bir tek kelimesi olması için bu yatakta namerde muhtaç halimle yıllarca ölümü bekleyebilirim biliyor musun? Birde biliyor musun sevgili ölümü beklediğin tek bir gece bir asır zindanda yaşamaktan daha beter geliyor kişiye? Ölümü beklerken neyi düşünmeli insan şimdi en çok onu düşünüyorum. Her şey karmakarışık bu yerde. Hiç bir şeye hiçbir anlam yükleyemiyorum. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu seçemiyorum. Ölüm bu denli yakınken ve bütün çıplaklığıyla koynuma girerken anlıyorum ki hiçbir şeyi çözemeyeceğim.
Ama bir tek şeyi biliyorum sevgili;

BEN ÖLDÜKTEN SONRA EN ÇOK SENİ ÖZLEYECEĞİM…

Ne seni unutabiliyorum Nede senden kalanları* Başımın içinde bir ur gibi büyüyorsun. Seni unutmamanın verdiği acılara dayanamıyorum artık.

Unutamamanın Bu kadar ezici kahredici olduğunu bilmezdim her yerde her zaman benimle birliktesin işin kötüsü her şeyde seni hatırlıyorum. Kalabalıkta gelişi güzel söylenmiş bir söz bile yetiyor seni düşünmem icin

Yalnızlığımda ise sesin kulaklarımda avuçlarının sıcaklını hissediyorum. Yaşanmış zamanlar bir film şeridi gibi geçiyor hafızamdan anılarımızı en küçük noktalarına kadar birer birer hatırlıyorum. İşte o zaman bu seni unutamayan başı* duvarlara vura vura parçalamak geliyor içimden. Renklerin Kokuların* seslerin ve ışığın bile seni hatırlattığı bir dünyada yaşamak harikulade bir şey olurdu belki. Ama sende unutmasaydın.

Beni unutmadığını hala sevdiğini bilsem her şeye katlanırdım. Unutamamanın değil de unutulmamanın vereceği eşsiz mutluluğun içinde erir kaybolurdum.

Sevmek bir bakıma unutmamaya mahkûm olmaktır.
Sevilmemişsek; birde unutulmaya mahkûm oluşumuz var en hazini.
İnsan unutabildiği kadar güçlüyse; unutamadığı ölçüde yıkık ve ezik kalıyor. Ancak bir kurşun kadar uzaktasın benden biliyorum ve ciğerlerime saplanmış bir kurşun gibisin hala. Seni çıkarıp atmakta elimde değil Sana gelmekte. Gelsem ne değişecek ki? Gözlerin eskisi gibi gülebilecek miydi? Hatırlayacak sevinecek miydin? Hiç konuşmadan << bende seni özledim >> diyebilecek miydi ellerin? Hayır değil mi! Öyleyse hiç gelmeyeceğim sana. Böylesi daha iyi

Gün oluyor seni unutabilmek için bu şehirden çok uzaklara gitmek istiyorum. Sokaklar evler caddeler vitrinler seni hatırlatıyor. Hatırlatmasın diye.

Gün oluyor anlıyorum senden ve bu şehirden kaçmanın faydasızlığını. Çünkü; biliyorum nereye gitsem benimle geleceksin ya da gittiğim her yerde senden bir şey olacak.

SENİ; UNUTABİLDİGİM GÜN YENİDEN VE DAHA ÇOK SEVMEYE BAŞLAYACAĞIM.

Gidişimin ardından sessizlik çalacak kapılarını, tek başına kalacaksın hayatın dikenli yollarında, batacak canın acıyacak, soracaklar sana beni nerede diye? Bir şeyler söylemek isteyeceksin boğazına takılan hıçkırıktan söyleyemeyeceksin, SUSACAKSIN!

Gidişimin ardından arayacaksın beni. Ama bulamayacaksın. Benzin atacak gözlerinin feri kaçacak yere düşeceksin. Gidişimin ardından ağlayacaksın için için yoksun diye.

Gidişimin ardından mahvolacak tüm hayatın, zamanların ikişer ikişer atlayacaklar tarihten kopartacaksın bensizliği soracaklar neyin var? diye... Suçlu yanın dalgalanacak tüm benliğinde pişmanlığın saracak o gece renkli gözlerini. Rengini kaybedecek göz bebeklerin, ANLATAMAYACAKSIN

Gidişimin ardından yılgın rüzgârlar esecek, yağmurlar yağacak. Anlamsız kalacaksın tüm bu hüzünlere. Hiç dinmeyecek göz yaşların, giden bana ağlayacaklar ADİCENE.

Gidişimin ardından anılar canlanacak belleğin de kovacaksın gitmeyecekler. Oturup düşüneceksin yanlışını. Savaşacaksın içindeki benle...
Kendini başka şeylerle oyalamaya çalışacaksın fakat aklından çıkamayacağım. Ölüme yaklaşacak ruhun ölümü hak edemeyeceksin! Bensizliğine AĞLAYACAKSIN

Gidişimin ardından zamanlar hızlı geçecek sen unutmaya yüz tutmuş anılarımızı susturacaksın. "O" sana dokundukça sen kaçacaksın "Hadi bana şarkı söyle güzel sesinle" diyecek sen söylemeyeceksin! Yapamayacaksın "O"nsuz. Sesim Sessizliğin olacak. KONUŞAMAYACAKSIN

Gidişimin ardından sele kapılacaksın şehrinde kurtaran olmayacak yalancı bedenini. Kimsesiz kalacaksın sokaklar küs, kaldırımlar ıssız, sen yalnız ve bensiz saranın olmayacak, ÜŞÜYECEKSİN

Gidişimin ardından seneler geçecek ve sen UNUTTUM sonunda diyeceksin. Ve bir gün telefonun çalacak; bir ses! Beni hatırlatacak ve sen işte o gün ÖLECEKSİN


(15 Mayıs 2011, Sarıgöl)